BAZEN HAYAT TAMAMLAR
Ne kadar klişeyim. Eğer bir roman karakteri olsaydım kimsenin okumadığı yıllarca kitapçı raflarında kalacak, Anadolu ‘nun mahrum kasabalarında yüzlerce seçeneği olmayan okurların dahi elediği bir kitabın sıkıcı karakteri olurdum. Ben olsam da hayatımı okumazdım. Yaşadığım ülkede hemen hemen her insan o uzun sohbetlerde hayatlarına değinen soruların cevabına hep ‘’ah hayatımı anlatsam roman olur filmi çekilir’’ derken ben bunu diyemiyorum. Üstelik o çok övündüğüm zekâm ve ileri görüşlülüğüm bunu otuz yedi sene boyunca fark etmedi. Bak o hayatın en meşhur ‘‘büyük darbesini’’ alınca ben de deniz kenarına geldim; çünkü hep öyle olmaz mıydı? (sanki bunun bir kuralı varmış gibi) hayatım boyunca yaptığım gibi o kim olduklarını bilmediğim insanların çizdiği çizgiden ayrılamamıştım yine.( Ama tabi o gün deniz kenarında avare dolaşan Sedef i çok acınası buluyordum ve tüm dünyayı suçluyordum.)
********************
Oysa deniz benim için hiçbir zaman özel bir şeyler ifade etmemişti ki yaz gelince serinlemek için ihtiyaç duyduğum bir şeydi. Zaten hedeflerimi daha doğrusu cüzdanımı geliştirdikçe gittiğim o pahalı tatil köylerinde denize bile girmez olmuştum. Havuz başında saatlerce güneşlenir, çok bunaldığımda saçımı ıslatmamaya özen göstererek şöyle bir vücudumu ıslatır yeniden o sevimsiz plastik beyaz yatağıma uzanırdım. Bazılarında yeni evli çiftler için romantik bir hava oluşturmak adına masalar sahilde olurdu. Ben de söylenirdim kumun tozun içinde yemek mi yenir diye ve o aşıkları sevimsiz bulurdum evet doğru kelime sevimsiz. Oysa sevimsiz bir insana dönüşen bendim. Yakamozu, dalgaları göremeyen; yıldızlara bakmaktan, hayal kurmaktan aciz; sadece yaşayan üstelik çok bilinçli olduğunu düşünen ama sadece iyi bir akrobat olan ve hiçbir zaman o ince çizgiden çıkmamış hatta çıkmayı tek bir an bile düşünmemiş hissiz bir kadındım. Ve tabi bunları bu kadar açık yüreklilikle söyleyebilmek için otuz yedi sene boyunca kendimi çok beğenmem, çok sevildiğimi hissetmem ve aslında yapayalnız kimsesiz ve hatta ruhsuz olduğumu görüp hızlıca yere; en dibe çakılmam gerekti.
*****************************
Ailemin üçüncü çocuğuydum. İki ablam vardı. Annem ev hanımıydı. Babam maliyede memurdu. Her akşam saat yedide kurulan soframızda beş kişilik kendi halinde huzurlu sayılırdık hatta huzurluyduk. Annem babama çok saygı duyardı; severdi de bence. Yaz akşamları bazen babam gecikirse hemen balkona çıkar onu beklerdi. Ve benim için bu çok büyük bir aşkın simgesiydi. En büyük ablam benden yedi yaş; küçük ablam ise beş yaş büyüktü onları da çok severdim ama onlar ablaydı. Yani her zaman beni korur sever ama akşamları yemekten sonra odalarına girdiklerinde beni dışarı çıkarır ve kapılarını kapatırlardı önceleri onlara kızıp huzursuzluk çıkarıyordum ama zamanla onların ablalarım olduğunu ve özel hayatlarını küçük kardeşleriyle paylaşamayacakları gerçeğini kabul ettim .( ben ne çok şeyi kabul etmişim gerçek saymışım değiştirilmez atfedip susmuşum.) Evdeki ilk büyük tartışma hatta buna kavga denilebilirdi ben on dördümdeyken oldu. Tuhaf ama tam on dört sene boyunca hatırladığım tek bir kavga yok belleğimde. ( bununla övünüp mutlu bir aileden geldiğimle övünürdüm oysa kapılar ardında hatta yürekler ardında ne kavgalar olurmuş ne yaralar alırmış insan… ) yine her zamanki gibi bir akşamdı yemeğimiz bitmek üzereydi Yıldız ablam biraz gergindi tüm yemek boyunca çok az konuşmuş kafasını tabağından kaldırmamıştı ve bir anda kafasını kaldırıp ‘’Baba’’ dedi . Hepimiz şaşırdık hatta ben biraz irkildiğimi hatırlıyorum o kadar sessizdi ki hani romanlarda denir ya sessizliği yırtarcasına diye aynı öyle bir andı. Ablam sessizliği yırttı ve tüm bakışları yüzünde topladı. Babam dinlediğini belirtti ve çatalını bıraktı ben tek tek hepsini süzüyordum diğer ablam Ayşem de gergindi belli ki o bir şeyler biliyordu. Annem babam ve ben her şeyden habersiz ablamı dinliyorduk. Ablam da bu gergin bekleyişin farkında olacak ki boğazını temizledi ve bir arkadaşı olduğunu ve arkadaşının eğer babam da uygun görürse önümüzdeki Salı akşamı bize gelmek istediklerini söyledi. Annem ablamın ne demek istediğini anlamış olmasına rağmen bir umut diye düşünmüş olacak ki hangi arkadaşın dedi cevabının Arzu Zeynep ya da Zülal olmasını umarak. Ablam kafasını hiç kaldırmadan İsmet dedi. Babam hiç cevap vermeden masadan kalktı ve koltuğuna geçti annem de ardından masayı toparladı bulaşıkları yıkadı ve her akşam olduğu gibi babamla kendine birer kahve yaptı. Ablalarımla birlikte ben onların odasındaydım onlar o kadar gerginlerdi ki benim farkıma bile varmadılar Ayşem ablam sürekli Yıldız ablamı teselli etmeye çalışıyordu o ise hiç bir şey demeden öylece duruyordu. Kahve fincanlarını mutfağa götürdü annem ve babamın yanına gitmeden direkt ablalarımın odasına geldi beni dışarı çıkardı. O gece yatmaya giderken ablamın hüngür hüngür ağladığını gördüm sessizce odama girdim ve merak içinde uyuyakaldım.
******************
Uyandığımda yorgun o en pahalısını arayıp bulduğum soğuk koltuğumda yapayalnızdım. Gece uyumadan önce düşündüğüm son şeyin kendi büyük kırgınlığım değil de çocukluğum olduğunu fark ettim öylece durup düşündüğüm bir zaman dilimi içinde. Kişisel bir kaybedişten çok daha büyük derin bir yaraydı zihnimdeki…
Bir şeyler yazmıştım ablama dair gibi gözüken ama tam da benim hikâyem olan şeyler; ta en başı her şeyin en başı. Yazdığım kadarını katlayıp bir zarfa koydum kendi içimdeki hesaplaşmayı bitirdiğimde hikâyemi sonlandırmak için. Yarım bir hikâyenin ağırlığıyla susmaya karar verdim. Ve tamamlamaya sustum…
"Bir kadının orta yaş bunalımının arka planı"na giriş olarak gördüm yazıyı. Bence gayet güzel bir giriş olmuş, tamamlanmasını diliyorum. "Havuz başında saatlerce güneşlenir, çok bunaldığımda saçımı ıslatmamaya özen göstererek şöyle bir vücudumu ıslatır yeniden o sevimsiz plastik beyaz yatağıma uzanırdım." la başlayan bölüm özellikle hoşuma gitti. Dikkatimi çeken ufak bir husus var:
YanıtlaSilMetnin girişindeki "Ne kadar klişeyim diye düşündü Sedef." cümlesi metindeki tek üçüncü göz (tanrı gözü). Sonrasında tüm metin birinci tekil şahıstan devam ediyor. Bu durum da bence okuyanda sanki yazar bu yazdıklarını yaşayanın kendisi olmadığını vurgulamak istemiş, belki sonradan metnin başına böyle bir giriş eklemiş gibi bir his uyandırıyor. Çünkü devamında benzer bir tanrı gözü hiç ortaya çıkmamış. Hoş bu karakterin kendi kendine konuşmasından bir kuple gibi olabilirdi fakat okuyucu olarak biz de bunu ancak metnin devamında tekrar eden benzer tanrı gözü ifadeleriyle algılayabilirdik. Ha bir de "Yaşadığım ülke de.." cümlesinde "de" bitişik olacaktı :p