İç Ses - 40
Son iç ses kaydımdan bu güne üç koca sene geçmiş. Bugünden geriye baktığımda hatırlamadığım ne çok detay var kim bilir. Bazı şeyler değişiyor hissediyorum yazmışım. Şimdi düşününce o kadar çok şey değişti ki ...
Muhtemelen bugün değişmiş olanların çoğu o gün değişimin sinyalini verenler değil bile. Kim bilir neydi içimin sesine yerleşen değişimler. İçinden geleni ve geçeni yazmak arzusu, bir yandan bunu başkalarının da görebileceği bir yerden paylaşmak dürtüsüyle yan yana gelince olan biteni bir çocuk saflığıyla yazmayı engelliyor galiba. Oysa her şeyi bir çocuk saflığı ve netliğiyle anlatabilsek keşke. Büyümenin insanı kalbini, sürekli sınayan bir korunak arayışına sürüklemesi ne hüzünlü aslında. Ne çok anlatırdım ben eskiden. Son dönemde daha sık hatırladığım bir sevme haliymiş belki de üstümdeki. Hayale en yakın ihtimale sıkı sıkı sarılıp her koşulda onu korumak, kollamak, anlatmak, çoğaltmak belki de gençlik. İnsan içindeki koşulsuzluğu kaybettikçe yaşlanıyordur belki. İnsan sıcak savaşlardan, meydan muhaberelerinden uzaklaşıp mücadelesi soğudukça yaşlanıyordur belki. Vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğinin yerini mücadelenin iştahlı vaadi aldıkça yaşlanıyoruzdur belki. Büyümekle yaşlanmak arasında belki bir vazgeçiş mesafesi vardır. Biz yaşlandıkça daha çok susuyorsak, susmanın erdemi bir illüzyondur belki. Kaybettikçe yeniden hatırladığımız bir esas varsa büyümek esastan uzaklaşmaktır belki. Ya da belki büyümek diye bir şey de yoktur. İnsan hep ve iyi ki bir yaşam acemisidir aslında. Oldum artık yolu kaybetmem demenin dayanılmaz hafifliği bizi olmuş sanrısıyla kandırıyordur. Bitimlilik etrafında aslolan tek şey umut ve insandır belki de. İnsanı insan yapan, kendini ve içindeki zalimi besleyen, kendini ve içindeki maduru besleyen, kendini ve içindeki hakkı besleyen şey yine insandır. Bir insanın yolda olma gücünün mayası umuttur belki de. Değişimi kabul etmek, değişen bedeni sevmek ve her defasında yeniden tanımaya niyetli olmak, bir şekilde biteceğini bildiğin bir yolculukta da inatla hikayenin peşinde olmak hep bu umuttandır belki de...
Umut bir kere kırılınca insanın öylece nefessiz, aşksız, yarınsız, hayalsiz kalması hep bundandır belki...
Dar günler ve bol günler hep umutla ölçülüyordur belki. Yaşamın ölçüm birimi yekten umuttur belki..
Kırılan umudun tamirine bu denli çaba da hayatın devamlılığına olan arzudur belki.
Olamaz mı, olabilir?
Yorumlar
Yorum Gönder