KURMACANIN GERÇEK KADINLARINA SEVGİYLE
Türkiye uluslararası pazara en çok dizi satışı yapan ülkelerden biri. Satış rekoru kıran ve ciddi bir ekonomi yaratan bu dizilerin pek çoğunun da senaristi kadın. Fakat ekranda hep erkekler var. Daha çok konuşuyorlar. Daha çok savaşıyorlar. Dahalar, hep ve ısrarla. Kadın kaynak olsa da, başa döne döne sürekli ‘’ben de buradayım’’ demek zorunda. Konuşacak lafım, evden çıkmamı gerektiren hikayelerim, zaaflarım, başarılarım, hatalarım … ile buradayım.
Elimizdeki ve evimizdeki ekranlarla, hikayeleri eskisinden çok daha hızlı hayatımıza alıp, eskisinden çok daha hızlı tüketirken bazı kadınları yeniden hatırlatmak istedim. Türkiye televizyon tarihinde yaka iğnesi gibi parlayan, gerçek kadın karakterleri anmak istedim.
Televizyon ekranından eve, sokağa, mahalleye yayılan ‘’hayali’’ varlıklarına ve gerçekliklerindeki ‘’güce’’ sevgiyle…
Hancıların Sultan: (Şerif Sezer - Çemberimde Gül Oya)
Yapımcılığını Avşar Film'in üstlendiği Çemberimde Gül Oya 2004 yılında Kanal D’de yayınlandı. Proje tasarımını Tomris Giritlioğlu’nun yaptığı (Tomris Hanım toplumsal kırılmalar yaşayan yakın tarihimizi fona alan projelerine Hatırla Sevgili ile de devam etti) Çağan Irmak’ın senaryosunu yazdığı ve aynı zamanda yönetmenliğini yaptığı dizi bir sezon sürdü ve Temmuz 2005’te final yaptı. 40 bölüm boyunca flashbacklarle geçmişe dönerek ve aynı zamanda da günümüzdeki güncel hayatlarını da göstererek Yurdanur ve Mehmet’in hayatını ve değişen zamanın şekillendirdiği toplumsal yaşamı izledik.
Mehmet ile Yurdanur genç bir aşkın birbirine münasip görülmeyen taraflarıydı. Zengin bir kız ile mütevazı bir ailenin sol görüşlü oğulları birbirini bulmuştu. Fakat zengin iş insanı Dinçer Bey genç aşıkların evlenmelerine izin vermedi. Mehmet’in kovulduğu evden Yurdanur ’’çıktığım zaman geri dönemeyeceğim bir ev zaten benim evim değildir, hiç olmamıştır’’ diyerek çıktı. Yurdanur kendi evini bulma umuduyla Mehmet’in elini tuttu ve hikâye başladı. Evlendiler ve Mehmet’in öğrencilik yıllarında arkadaşları ile kaldığı bekar odasına yerleştiler. Böylece Yurdanur ve Mehmet; kızı ve damadı Almanya’da çalışan Suna, Sunanın torunu Ercan ve Gazi dede; Sultan, İbrahim ve kızları Zarife ve pavyonda şarkı söyleyerek hayatını kazanan Canan ile birlikte Madam Niki’nin konağında yaşamaya başladı. Hepsi birbirinden farklı bu kadınların arasında önce köfte etine ekmek karıştırarak onu çoğaltmayı sonra hayatı, gerçekleri ve mücadeleyi öğrendi.
Hikâyenin merkezinde Yurdanur’un çok belirgin dönüşümünü izlerken, Sultan’ın sakin sakin köklerinden, geleneklerinden, varoluşundan yayılan gücüne tanık olduk. Konağa gelen yeni geline (Yurdanur) babasının rızasını almadan evlendiği için tavır koyan ama aynı zamanda devletin rıza göstermediği genç adamlar yaka paça evlerinden alınırken kendini ‘’güçlünün’’ önüne atıp o ‘’evlatların’’ papuçlarını giydiren bir kadındı Sultan. Babaya, ataya yüz çevrilmez diye düşünüyordu ama baba, ata zalimse, evladına elinde bıçakla saldırabilecek kadar gözü kör olmuşsa o bıçağın üzerine atlayacak kadar korkusuzdu. ‘’Ev kadını’’ haliyle yıllar sonra okuma yazma öğrenecek kadar azimliydi. Kadın evin dışına çıkmalı, ekonomiye katkı sağlamalı, eşit iş eşit maaş demek aklına gelmezdi belki ama Yurdanur ile ortak olup ‘’evden hazır ettiği’’ kebapları satarak, rızıklarını çıkaracak kadar cesurdu. Sultan yanında hadi yapalım diyen başka kadınların gücünü bulunca ekmeğinin peşine düşebilen, insanlıktan hiç vazgeçmeyen, utanmayı bilen, pişman olabilen, öyle büyük cümlelerle değil attığı küçük küçük adımlarla gücünü bangır bangır fısıldayan bir kadın olarak sürdürdü hikayesini hayatından vazgeçtiği ana dek. Usulca, sadece evinin içinden ve gönlünün tam ortasından gelen bir hakkaniyetle yaşamı kavrayan ‘’Hancıların Sultan’’ sokaktaki, evdeki, bağdaki, bahçedeki, bulaşık yıkadıktan sonra içilen o kahvedeki kadar gerçek ve güçlü olduğun için teşekkürler…
Havva Ana: (Meral Okay - Yeditepe İstanbul)
TRT’nin efsane yıllarında ekrana gelmiş (2001), sevenlerinin, dönene döne bir kitabın satırlarının altını çizerek okur gibi bir daha bir daha izlediği mütevazı insanların hikayesiydi Yeditepe İstanbul. Ali Ulvi Hünkar yazdı, Türkan Derya yönetti.
Kocasının iflası ile hayatı tamamen değişen Olcay su gibi kızı Duru’yla birlikte düştü bu kenar mahallenin ve Yusuf’un yaşamının ortasına. Yusuf işi aylaklık olan bir şairdi. Başrol eli kalem tutan bir aylak olunca şiir okur gibi izlendi bazı sahneler, replikler...
Mahallenin baskıyla eş olmadığı ve komşuya parmak sallanmayan dönemleri izledik.
Gerçek yokluklara eşlik eden, gerçek sorunlar, gerçek sarhoşluklar, gerçek korkular…
Kimse kahraman değildi ve bence sırf bu yüzden herkes kahramandı. Ama en çok Havva Ana kahramandı. Belki süper kahraman. Cenneti ayaklarının altına almış kutsal, hatasız, bembeyaz bir analıkla değil de; yaşadıklarını biriktire biriktire hafiflemiş, köklenmiş ve yaşama maya olabilmiş bir analıkla sarmaladı tüm kahramanları ve izleyiciyi.
Daha sonraki dizilerden alıştığımız akil bir takım adamlardan (babalar, abiler, ustalardan) önce tüm heybeti ile Havva Ana oturuyordu eski konağın bahçesinde. Etrafındaki aşkları da aşıkları da ta gözlerinin içinden tanıyordu. Bir kızı vardı, uzaklarda, bir oğlu vardı siyasi davalar sonucu yıllarını hapishanede geçirmiş ve sonra bi daha hiç eskisi gibi olmamıştı. Kanı deli torununa da tüm mahalleye de analık yapıyordu Havva. Ama öyle kızarak, yasaklar koyarak, korkutarak değil. Kendi deneyiminin sağlamasını almak için genç heyecanları öğüten bir üslubu olmadı hiç. Bilerek, anlayarak, dinleyerek, hissederek… Kaçmadan, korkmadan, erkeklerle ve yaratılmış bu erkek dünyayla top tüfek kuşanmadan mücadele etmeyi, karşı tepeye konuşlanmadan onlarla birlikte onların üstüne gitmeyi salık veriyordu sanki. İlaç niyetine içer gibi içiyordu birasını. Bir kısmı şifa, bir kısmı keder, bir kısmı keyifti şişenin. O kadar da keyfi olsun tabii... Yaşlı kalbine tüm hayatın sırrı saklı gibiydi. Gece yarısı sevgilisi ile gezip gelen aşık Önem’le bahçede karşılaştığında ona sarılıp, anlıyordu. Olcay’ın kızına aşık deli torununu anıyordu. Oğlunun Olcay’a duyduğu büyük aşkı bilip, Olcay’ın Yusuf’a âşık olmuş olmasını anlıyordu. Yeğeninin aşkına karşılık vermeyen, Olcay’a çok aşık Yusuf’u anlıyordu. Hayatın tüm karmaşasını hafifleten, yaşamın gizinin aslında en basitte olduğunu çoktan anlamış bir ağaç gibi o mahallenin ortasında, tüm hikayelerin kesişiminde, şairin dediği gibi gizli bilgiyi cebine koyup tüm dünyaya benim dengemi bozmayın diyordu.
Havva Ana bizi, anlamanın olgun sakinliğine inandırdığın için teşekkürler
Hanım (Türkan Şoray - İkinci Bahar):
İkinci Bahar 1998 ve 2001 yılları arasında ekrana geldi. Aslında ilk yedi bölüm sonunda yayından kaldırılan dizi, kanalın ve yapımcını ısrarı ile 1999 yılında kaldığı yerden devam etti. Antepli kebap ustası Ali Haydar ve Hanım çocukları ile hayat mücadelesi veren bekar anne ve babaydı. Hanım Ali Haydar’ın kebapçısında önce bulaşıkçı olarak işe başladı. İlk bölümde onu taciz eden ustabaşını ibreti aleme rezil eden Hanım, dirayetle Ali Haydar Ustanın karşısına da dikildi. İlle de sigortam dedi. Aralarındaki ilk mesele kadından mezeci olmaz tartışmasıydı. Hanım’ın kadından da mezeci olabileceğini göstermesiyle kahramanlarımız için yeni bir ihtimalin, hayatlarının ikinci baharının kapısı aralanmış oldu. Yayınlandığı süre boyunca yetişkin bir aşkı ve hayat mücadelesi veren Samatya esnafını izlediğimiz dizide Hanım gücüyle ekran karşısındaki kadına da ilham verdi. Âşık olmadan bir mantık evliliği yapsa da anlardık onu. Ki köşeden döndü. Ali Haydar gibi kokmuyor, o adamla evlenemezdim diyerek masadan kalktı. Sevdiği adamın afeti devran Neriman ile evleneceğini düşünmesine rağmen kalbinin sesini dinledi ya daha çok sevdik. Kızının genç yaşta babasız bir çocuk doğuracak olması onu korkutabilirdi. Korkmadı. Çok kızdı, öfkelendi ama vazgeçmedi kızından. Tren raylarında karşıdan gelenin trenin önüne atarak kendini ‘’ölmek mi istiyorsun birlikte ölelim o zaman’’ dedi kızına. Gerçekten mutlu olmayı, sevdiğinin yanında olmayı öğrenmesi için yardım etti kızına Hanım. Ekran karşısındaki başka kadınlara da fısıldadı. Tek başına olmak zorunda değil mücadeleniz dedi. Altın kaşıkta sunulanları reddetti. Âşık olduğu adamla evlendi. Bu yaştan sonra ile başlayan cümleler kurdurmadı kimseye. Çok âşık olduğu adam bir gün, eski kocan nasıl öldü diye sorunca sesindeki imayı sineye de çekmedi ama. Aşkın yalansız ve koşulsuz bir güvenle var olacağını anlattı herkese. Kocasını düştüğü yerden o kaldırdı. Kendi düştüğü yerde kocasının koluna girmesine izin verdi. Ali Haydar’ın ailesine anne oldu. Medet’in nişanını Çiçek’le hayıflanarak izledi. Elinde bıçakla sevdası için Neriman’ın üstüne de yürüdü. Neriman’ın affını da kabul etti. Öfkesini, inadını saklamadı. Hayatın yaşamak zorunda olduğu kısmına isyan etmeden ama kendini de ıskalamadan yaşayabildi. Aşkının peşinden gitti. Ama evin içinde kaybolmadı. Kocasına en kızdığı zamanda bile bu adam sizin için her şeyi yaptı diye dikildi çocukların karşısına. Tırnakları ile kazımayı bilen bir kadındı Hanım. Hep çalışmış bir kadın. Mükemmel olmayan hayatlarının içinde cesareti ile yürüdü ikinci baharına. Dillere destan güzelliğini bir bedel gibi taşıyan Hanım, taş kafalı pamuk kalpli ustanın karşısına dikildi. Taş kafalı düzen koyucuların karşısına dikilir gibi. Kadına sunulan sınırları inatçı adımlarla yıktı.
Kadından her şey olur dedi. Mezeci de, aşık da, anne de, düşman da, dost da …
Teşekkürler Hanım
Yorumlar
Yorum Gönder