İç Ses - 28 (Yara)
Yaralanmak anı bir an olduğu için pek anlaşılmaz. Yani insan öyle çok fark etmez yaralandığını o an, yaralanma yara olarak gözükür olduğunda fark edilmiş olur. Düşeceğini bilmeden pat diye düşersin mesela. Düştüğün için dizin yaralanır. Yaralandıktan sonra yaralanma anını fark etmiş olursun.
******
Küçükken çok sık düşmezdim ben. Sıkıcı ve sakin bir çocuktum. Bacaklarım yara bere içinde olmazdı yani. Ama çocuktum ben de tabi üç beş düştüm koştururken. Yaranın kabuk bağlamasını bekleyip sonra da hevesle o kabukları soydum ben de. Annem kızardı soyma o kendi iyileşir diye. Ben dinlemez koparırdım kabuğu,hem kendi acı eşiğimi ölçerdim hem de yani ne gerek vardı ki madem soyabiliyoruz o zaman soyalım mantığındaydım. Tabi çocukluk bitip, kendimi, çocukluğumu, etrafımdakileri ve hayatı anlamak için bitimsiz bir debelenme dönemi gelince değişti benim kabuk soyma şeklim.
İnsanların göremediği ama benim içimde yerini bildiğim yaralarımı fark ettim.
Bazılarıyla meselem çok uzun sürdü. Ben yoldum o yine kanadı, yine yoldum yine kanadı.
Bazıları da öyle kendi kendine iyileşti ne izi kaldı ne hissi.
Bazıları da hala bir yerlerde bazen değiyorum, değince bir yanma, bir sızı ama işte tam olarak nerede bilemiyorum.
Ki zaten insanın bedeni dışındaki yaralarını tanıması bir ömürlük mesele. Yaşla, yolla, ruhla ilgili…
Hayatı bütünüyle çakmak için daha çok yol var biliyorum ama yarayı, yarası olanı fark edecek kadar nefes aldım sanırım. Yaranın kıymetini bilecek kadar kelimem oldu.
O yüzden orada burada sıkça birbirini yarasından öpen aşıklar mizansenini görünce bir içim bulandı.
Bir yaraya dokunmak, bir kadını/adamı yarasından öpmek falan büyük mevzular yani.
Öyle buluşmaya giderken çiçek alma, elinde kalp tutan peluş hediye etme klişesine benzemez.
Yapma beceremeyeceksen kıymet vermeyi hiç elleme bile.
Yok say sen karşındakinin yarasını yola devam et.
Yorumlar
Yorum Gönder